Bir ev kedisi ile özel bir çocuğun sıra dışı arkadaşlığı…
Ev kedisi Pepe, insanları Anne, Baba ve Tato ile birlikte sıradan bir kedi hayatı yaşamaktadır. Oldukça meraklı ve hareketli bir kedidir. Günleri komşunun köpeğiyle atışarak, güvercinlere söylenerek ve uyuyarak geçer. Pepe’nin hayatı, yaşadığı binanın dördüncü katına daha önce hiç görmediği bir çocuğun taşınmasıyla değişir. Bu çocuk onun tanıdığı diğer çocuklardan farklıdır. Hiçbir zaman evden dışarı çıkmaz. Penceresinde kilit olduğu için camdan dışarı bile bakamaz ve zamanının çoğunu resim çizerek geçirir. Pepe, onun eve hapsedildiğini düşünür ve çok tuhaf bulduğu küçük çocuğu yakından tanımayı ister. Fakat o bir kedidir ve insanlarla nasıl iletişim kuracağını bilmez. Yine de yeni arkadaşını güldürmenin ve her şeyden önce onun kalbini ısıtmanın bir yolunu bulmalıdır.
Kitaptan Alıntılar
“Çünkü bütün varlıkların bazen özgür olmaya, güneşe ve kendine benzeyenlerle konuşmaya, dışarıdaki dünyayı görmeye ihtiyacı var. Yoksa delirirler ya da yavaş yavaş ölürler.
Çiçeklerin bile birilerine ihtiyacı vardır. Yoksa sararıp solarlar. Çiçeklerin başına bu geliyorsa çocukların başına neler geleceğini siz tahmin edin!”
“Sonuçta onlar insan ve insanlarla doğru dürüst diyalog kurmak gerçekten çok zor. Onlar özel bir iletişim yöntemi kullanıyor ve bu dili konuşmayanların onları anlaması gerekiyor.
Belki Hayır’ın da sorunu budur. Yani Betti-Penni Hayır’ın anlayamayacağı bir dil kullanıyordur… Ama bir dakika… Bir dakika bekleyin… Tam tersi olamaz mı? Ya Bettti-Penni Hayır’ı anlayamıyorsa?”
"Kitap okumak çok güzel. Hayır’la bir kitabın içine girmek, kitap okurken onun sesini duymak, kelimeleri söylerken nefes alışverişini hissetmek çok güzel. Akıp giden hikâyenin bir müzik gibi seni de alıp götürmesi, biri seni kucaklamış gibi içini ısıtması çok güzel.
Okumanın bu kadar güzel bir şey olduğunu bilmiyordum doğrusu.”
“Miiiiyyyyyaaaauuuvvvv…” Onunla herkesin çok ama çok kolayca anlayabileceği bir şekilde konuşmaya çalışıyordum. Sadece konuşmaya! Çok önemli bir şeyden bahsetmek istediğimi söylüyordum.
“Ah anladım, anladım, sana sarılmamı istiyorsun,” dedi Lucilù.
“Hu hu! İçindeki kediye sesleniyorum. Orada mısın? Konuşmak istiyorum. Miyaauvv! Konuşmak istediğim bir konu var!”
"Bu çocuk eve kapatılmış. Hiç dışarı çıkmıyor. Hiç. Anlıyor musunuz? Bu konuda bir şeyler yapmamız gerekiyor. Yoksa Hayır hasta olacak. Hatta zaten hasta oldu bile. Onu gördüm. Onun ne kadar üzgün olduğunu gördüm. Ve üzüntü hastalığı bir insanın başına gelebilecek en kötü şeydir. Özellikle de yakınlarda moralini düzeltecek, üzgün olduğunu fark edip bu insanı neşelendirecek kimse yoksa.”
"İşte, diye düşündüm kendi kendime, aslında iletişim kurmak ne kadar da kolay. Anlaşmak için bir hareket, bir bakış, biraz çaba yeterli oluyor."
"Kendime bir söz vermiştim. Dünyaya ve kendime karşı verdiğim bir sözdü bu. Haklı bir sebebiniz varsa (ve bizim gerçekten haklı bir sebebimiz var) işleri yoluna koymak için daha fazlasını yapmak, hatta imkânsızı başarmanız gerekir."
"Yine de insanların bir araya gelmesi bazen hoşuma gider. Yani en azından fikir olarak. Birçok insanın toplanıp bir şeyleri kutlaması hoşuma gider çünkü bu, bir araya geldikleri o günün diğer günlerden daha önemli olduğunu söylemenin bir yoludur. İnsanların gözlerine, gülüşlerine, birbirlerine sarılmalarına bakınca aslında o günün bir doğum günü olmasının ya da birinin bin üç yüz otuz metre yükseklikteki bir yaz kampından dönmüş olmasının çok önemli olmadığını anlarım. Hayır, bunun bir önemi yoktur. İnsanlar, aslında bir arada olmayı kutlar. Ve bu çok güzel bir şey."
“Evet. Yani başkaları gibi konuşamıyor. Aslında, bence, neyi nasıl söyleyeceğini çok iyi biliyor. Ne söylediğini anlamak çok kolay. Kızgın olduğunda dudaklarıyla ses çıkartıyor, mutlu olduğunda da kollarını açıp etrafta dönmeye başlıyor. Bu kadar basit. Bence diğerleri, onun diliyle konuşmayı bilmiyor.”