Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde Santa Clara Vadisi’nde bulunan büyük bir malikânede, Kuzey’de olanlardan habersiz keyifli bir hayat süren Buck adında irice bir köpek apar topar kaçırılarak soluğu Alaska’da alır. 1897’de bölge, altının keşfi üzerine, zenginlik hayalleriyle gözünü karartmış binlerce insanın akınına uğrar. Kızağa koşulmak üzere getirtilen ve pek çoğu yollarda telef olan köpekler bu azgınlığın taşıyıcısı olduğu kadar sessiz mağdurlarıdır da. İnsanoğlunun yarattığı vahşetin ortasında hem hayat hem de bir üstünlük mücadelesi verecek olan Buck, içindeki yabanın çağrısıyla, tabiatın bağrından yükselen isyanın öncüsü olacaktır.
“İnsanları belli dönemlerde, kimyasalların tetiklediği kurşun saçmalarla karşılarına ne çıkarsa öldürmek üzere gürültülü şehirlerden çıkarıp ormanlara ve vadilere sevk eden tüm o eski içgüdüler, kana susamışlık, öldürmenin zevki; Buck’ın hissettikleri de bunlardı, ancak insanlara nazaran bu duyguları çok daha derinden hissediyordu.”